Criteria for A Black Widow hem eleştirmenlerden hem de fanlardan – hakettiği kadar olmasa da – ilgi görmüş, bir sonraki albüm için Jeff Waters’ı heyecanlandıracak turne imkanları sağlamıştı. Yeni albüme sıra geldiğinde ise Randy Rampage (alkol ve uyuşturucu sorunları nedeniyle) bir kez daha gruptan şutlanacak ve yerine, bana göre Annihilator tarihinin en iyi, en yetenekli ve en başarılı vokalisti olan (eski Overkill gitaristi ve Liege Lord vokalisti) Joe Comeau gelecekti. Comeau’nun vokallerindeki çeşitlilik (şizofreni) öylesine Annihilator-variydi ki, müzik ve vokaller ilk defa bu süper besteleri hakkıyla taşıyabilecek biri tarafından birleştiriliyordu. Aaron Randall’ı çok sevmeme, Set the World on Fire‘ın o olmadan asla bu mükemmel haline ulaşamayacağına emin olmama, rağmen; itiraf etmeliyim ki, power metalden heavy metale, thrash metalden death metale, hemen her tür müziği taşıyabilecek kapasitedeki Comeau, Annihilator’a (en) çok yakışmıştı.
Carnival Diablos, kendisini önceleyen albümün kaldığı yerden devam ediyordu. Bu kez tek fark, Criteria for A Black Widow‘daki eski albümlere gönderme yapan şarkıların bulunmayışı ve bilhassa o albümün dördüncü şarkısında başlayan thrash-heavy-(ve özellikle de prodüksiyon anlamında biraz da)endüstriyel havanın devam ettirilmesiydi. “Denied” ile açılan albüm, bir Annihilator bestesinden beklenilebilecek her şeyi sunmaya daha ilk saniyeden kararlı gözüküyordu. “Reduced to Ash”e fazlasıyla benzeyen solosu dahil, her şeyiyle tam bir Annihilator şarkısı olan “Denied”dan sonra, kabullenilmesi görece daha zor partisyonlara yer veren “The Perfect Virus” geliyordu. Şarkının bol overdrive’lı bir bas gitar üzerine işlenmiş kesik gitarları, zaman zaman – o sıralar tüm dünya metal sahnesini sarsmış olan – The Kovenant-Animatronic albümünü andırıyordu. Yine de fazlaca tekrara yer veren yapısıyla, albümün silik şarkılarından biriydi. Üçüncü sıradaki “Battered” ise çok çok iyi bir King of the Kill bestesi gibi duruyordu. O albümdeki en büyük eksikliklerden olan, iyi ve müziği taşıyabilecek bir vokalist ihtiyacı giderilmiş ve şarkı bol taramalı riffler ve 02:10’dan sonra giren melodik heavy kısım ile süslenmişti. Joe Comeau kesinlikle çok başarılı bir iş çıkarıyor, Jeff Waters da ona müthiş melodik bir solo ile eşlik ediyordu. 03:04-03:24 arasındaki yirmi saniyelik bölüm ise, o güne dek Annihilator’da duyulmamış bir sweep-picking gösterisiydi. Albümün isim şarkısı, bana göre aynı zamanda albümün en iyi şarkısıydı. “carnival diablos..” diyen bir koro bölümü ile açılıyor, mid-tempo gitarları ile nakarata taşınıyor, 02:30’dan sonra resmen bir ballada evriliyor ve yine çok başarılı bir solo ile fade-out şeklinde sona eriyordu.
Bir sonraki şarkı “Shallow Grave”, AC/DC ‘etkilenmesi’nin anormal boyutlara ulaştığı, bilhassa da konserde çok başarılı olabilecek sağlam bir hard-rock bestesiydi. Comeau’nun vokalleri bir kez daha çok çok iyiydi. Şarkının tek eksiği başlı başına bir solosu olmamasıydı ama genelde dinlemesi çok eğlenceli bir besteydi. “Time Bomb” ise hard rock’ı bitirip, soundu heavy metale kaydıran yapısı ile albümün en iyi yanlarından birisi oluyordu. ‘Progresif’ şeklinde tanımlamaya mecbur olduğum solosu ve solo arkası riffleri cidden çok etkileyiciydi – arada ufacık bir arpej bile mevcuttu. Ve Comeau’nun sesi, bu şarkıda nasıl da Rob Halford’a benziyordu? “The Rush”, bahsi geçen heavy metal soundunu bir defa daha AC/DC diyarlarına çekecekti. Tempo biraz daha yavaşlamış, blues-vari riffler daha sıklaşmıştı. Nakarattaki gitarlar ise kesinlikle arızalı bir beyinden çıkmış gibi duruyordu. “Insomniac”, Set the World on Fire‘dan fırlamış gibi olmakla kalmıyor, aynı albümün “Sounds Good to Me” adlı şarkısındaki arpeji birebir kopyalayarak, bir nevi kendine-tribute yapıyordu. “Liquid Ovalda” yine bu klandan doğan enstrümantal bir besteydi, fakat etkileyici bir yanından bahsetmek bir hayli güçtü… Bir sonraki şarkı “Epic of War” ise resmen Iron Maiden’ın The Number of the Beast veya Piece of Mind günlerinden çıkmış gibi duran bir New Wave of British Heavy Metal şarkısıydı. İşin ironik yanı ise Joe Comeau’nun vokalinin, inanılmaz derecede Blaze Bayley’e benziyor oluşuydu! Jeff’in bulduğu mükemmel ana melodi (02:26-04:11) için söylenilecek tek şey ‘enfes’ olmalıydı! Albümü kapatan “Hunter Killer” ise bol tekrarlı mid-tempo başlangıcına karşın bir anda değişen, sertleşen ve thrashleşen yapısı ile albümün en iyilerinden birisi olmaya aday bir şarkıydı. Öyle ki, Annihilator’ın ‘thrash’ tarihinin en iyisi olduğunu iddia edebileceğim kadar iyi bir besteye ve delicesine bir yapıya sahipti. Albümün sonundaki hidden track “Chicken & Corn”, Jeff’in damak tadı hakkında bilgi vermekten başka bir fonksiyonu olmayan, geyik bir deneme olarak planlanmıştı.
İtiraf etmem gerekirse, Criteria for A Black Widow ileCarnival Diablos‘u satın alış tarihlerim arasında çok kısa bir süre geçmesinden ve ilk albümü kendime çok daha yakın bulmamdan dolayı,Carnival Diablos kendi adıma en çok haksızlık ettiğim Annihilator albümlerden biri, belki de en çok haksızlık ettiğim albüm olmuştur. Her defasında, bu albümden yalnızca ilk dinleyişte sevdiğim şarkılardan oluşan mix albümler dinlemeyi tercih etmiş, geride kalan şarkılara fazla şans vermemişimdir. Bunun bir nedeni de albümden ilk dinlediğim şarkının, bana göre albümün en kötüsü olan, “The Perfect Virus” olması olabilir. Ancak hem Joe Comeau’nun vokalleri hem de çok kaliteli besteleri ileCarnival Diablos‘un atlanmayı haketmeyen bir albüm olduğunu belirtmem gerekiyor.
Pazartesi: 13.30-16.20 (352) ULU 501 – ULUSLARARASI İLİŞKİLER KURAMLARI 2023-2024 Güz Dönemi Hakan Övünç Ongur Dersin Amacı Bu ders, lisansüstü seviyesindeki öğrencileri Uluslararası İlişkiler disiplininde teori-yapımı ve temel teoriler hakkında bilgilendirmeyi amaçlamaktadır. Dönemin ilk yarısında Uluslararası İlişkiler teorilerinin ana akım yaklaşımları eleştirel bir bakış açısıyla yeniden gözden ...
Yayınlar “The Still Enlightened ‘Late-Comers’: A Comparison Between the Proto-Modernist Nationalisms of Guiseppe Mazzini and Ziya Gökalp,” Nationalities Papers , 2022. (K. Kolasi ile birlikte) “ Rereading Turkey’s Recent History Through the Lens of Rock Music: How Rock Has Lost Its Socio-Political Edge in Neoliberal Times ,” Third World Quarterly , 43(1), 2021, ss. 114-130. (T. O. Develi ile birlikte) “Performing Through Friday Khutbas: Re-Instrumentalization of Religion in the New Turkey,” Third World Quarterly , 41(3), 2020, ss. 434-452. “How Sovereign Is A Populist? The Nexus Between Populism and Political Economy of the AKP,” Turkish Studies , 21(4), 2020, ss. 578-595. (H. Zengin ile birlikte) “Türkiye’de Uluslararası İlişkiler Eğitimi ve Oryantalizm: Disipline Eleştirel Pedagojik Bir Bakış,” Uluslararası İlişkiler , 16(61), 2019. (S.E. Gürbüz ile birlikte) “Reading Agamben Backwards: Syrian Refugees, Biopolitics and Sovereignty in Turkey,” S...
Dün (7 Temmuz 2022 Perşembe günü) akşam saatlerinde bir tweet attım: “‘İnsanlardan nefret ediyorum’… Kırk yaşındayım ve son yirmi yıldır bunu artan bir şiddette söylemeye devam ediyorum. Bana katılmak istemez misiniz?” [1] Sağ olsunlar, beni takip eden, bana değer veren ve sözlerimin negatifliğinden etkilenen güzel insanlardan çok anlamlı cevaplar aldım. Eksik olmasınlar, eksik olmayın. Bu yanıtların genelinde üç konu öne çıktı; kimsenin Twitter vaktini almamak adına, buraya bir açıklama eklemek istedim. İlk olarak, evet, kırk yaşındayım:)… Miladi bin dokuz yüz seksen iki yılının Mayıs ayının ilk Cuma namazı ile birlikte dünyaya gelmişim! Geçtiğimiz günlerde kırk yaşına girdim ya da kırk yaşını bitirdim – nasıl söylemek doğruysa, bu yaşa kadar öğrenemedim. Yaşımı göstermediğimin farkındayım ama gün gelecek bu durum da değişecek, biliyorum:) Bir aralar yaş mevzusuna takılıyordum cidden ama uzunca bir süredir, zamanı durdurmak gibi ekstra bir yüke ihtiyacım olmadığını anladım. Yolun yarı...
Comments
Post a Comment