Tarih 2002 yılını gösterdiğinde, Joe Comeau artık kıdemli bir Annihilator vokalisti olmuş; turnede gruba gitarlarda eşlik eden – eski Nevermore gitaristi – Curran Murphy ve – uzun dönemli turne – bas gitarist(i) Russell Bergquist, grubun ‘daimi’ (Jeff Waters için çok göreceli bir sözcük ne yazık ki!) elemanları haline gelmiş; Never, Neverland’deki baterist Randy Black (ki artık Primal Fear’da çalmaktadır) gruba geri dönmüş; ve hepsinden önemlisi Jeff Waters delirmiştir! Annihilator tarihinin en kompleks, en sert ve en şizofrenik albümü kesinlikleWaking the Furyolacaktır… Prodüksiyon başlı başına bir yazı konusu olacak şekilde dizayn edilmiş; gitar tonu bildiğimiz elektrikli testere kıvamına bürünmüş, vokaller iyice ön plana çekilmiş, ritm bölümü bolca overdrive ve overdub eklenerek sağlamlaştırılmıştır. Ön eki ne olursa olsun bu albüm ‘metal’dir. Hem de en sertinden, en hızlısından, en tekniğinden ve en melodiğinden!!
Albümü açan “Ultra-Motion”, albümün kısa bir özetini sunar. Çok kirli gitarlar, sürekli up-tempo devam eden bir ritm, susmayan çift kroslar ve bazen çığlık atıp bazen brutale kayan vokaller. “Hız ve şiddet, ölümcül takıntılar, ultra-motion’da birleşiyorlar” diyen sözler büyük ihtimalle Waters’ın beyninden bahsetmektedirler! 02:17’de değişen ana riff üzerine kaydedilmiş bebek riffler, sağlıklı bir insanın beyninden çıkamayacak derecede alakasız ve aynı ölçüde alakalıdır! 02:58’deki sweep-pickingler bizi dehşetengiz bir soloya hazırlar ve akabinde headbang-sever bünyeye beyin sarsıntısı geçirtebilecek şarkı sona erer. Eğer daha bu ilk şarkıda tükenmemişseniz devam edebilirsiniz ama albümün geri kalanı, bu kaosun katlanarak artan hali olacaktır, uyarmadı demeyin! İkinci şarkı “Torn”, son derece catchy bir melodi ile başlar. Bir sağ, bir sol kulakta duyulan ritmler birleştiği anda, bu kez daha az kaotik ama en az ilki kadar hızlı bir besteye şahit olur kulaklarımız. Şarkının en önemli özelliği ise kesinlikle sololarıdır. Önce 01:55-02:37 arasında giren ana solo ve daha önemlisi şarkının bitiş nakaratında sözlerin arkasına döşenmiş sololar (03:31-04:13)!!! “Torn”, hayatım boyunca dinlediğim en gaz şarkıların başında gelir. Eğer ilk şarkı tüketmediyse sizi, emin olun ikinci şarkı ile biteceksinizdir. Ama Annihilator bitmemiştir. Sıradaki “My Precious Lunatic Asylum”, ilk iki şarkıdan bile daha hızlı, daha gaz , daha teknik, ve ilginçtir, daha melodiktir!! Comeau’nun vokalleri adamı öldürür. Jeff Waters bir defa daha psikopata bağlamışçasına bebek riffler serpiştirir oraya buraya (özellikle 01:46-02:02 arasına!!!). Sololar soloları, leadler leadleri kovalar. Ve bir anda dururlar! Delirirsiniz. Gerçekten: delirirsiniz. Normal değildir duyduklarınız. Normal olmayan bir başka şey de, normal olmayan şeylerin devam ediyor olduğudur! Dördüncü sıradaki “Striker”, Iron Maiden’ın “Aces High”ından (bariz) apartma bir riffle ve inanılmaz bir gazla başlar kulaklara hücum etmeye. 02:18’de duraklayan tempo bir anda yeniden parlar gibi olur… durulur… sonra yeniden parlar… sonra bir an için susar. Önce ufak bir bas, sonra da dengesiz bir davul solosu gelir. Gitarlar bir sağdan bir soldan, yavaş yavaş hareketlenmeye ve ana melodiyi çalmaya başlarlar. Solo girer. Şarkı kopmuştur. Siz bitmişsinizdir. Allah’tan bir sonraki şarkı “Ritual” başlar, tempo upper-mid’e düşer (!) de siz de biraz rahat nefes almaya başlayacağınızı hissedersiniz. Ne yanılgı ama!? “Ritual”, Annihilator tarihinin en iyi şarkılarından biri olacak, en baba melodilerden birine ev sahipliği yapacaktır. 02:07 itibariyle giren melodi, hem thrash’tir, hem melodiktir, hem de çıldırtıcıdır. Kaderin garip bir cilvesi ile, Waking the Fury ile aynı zamanda kaydedilen In Flames albümü Reroute to Remain’deki “Minus” şarkısının 02:42-02:52 arasındaki melodi “Ritual”ın ana melodisinin tıpkısının aynısıdır! Dünyanın en melodik metal gruplarından ikisi, aynı melodiyi birinin tarihinin en sert albümünde, diğerinin ise o ana kadar yaptığı en yumuşak albümde kullanacaklardır! İtiraf etmeliyim ki, Annihilator’ın melodikliği, In Flames’e göre çok gerilerde kalabilir ama bu şarkı için aynı şey söz konusu değildir! Bir sonraki şarkı “Prime Time Killing”, kaosun devam edeceğini müjdeler. Sert bir death metal riffinin üzerine eklenmiş lick’ler; ardından gelen klasik bir Testament-imsi riff ve çıldırmış bir gitarist. Albümde en çok ‘tekrar’ın duyulduğu beste olmasına karşın, “Prime Time Killing”, ciddi anlamda kulakları rahatsız etmek için yaratılmış bir şarkıdır. Ve bunda kesinlikle çok başarılıdır. Ardından gelen “The Blackest Day” de aynı minvalde devam eder. Joe Comeau bir kez daha, Annihilator’a en uygun vokalist olduğunu göstermektedir. Nakarat öncesi gitarları sertleştiren Jeff, kesinlikle insani-olmayan bir besteye imza atmaktadır. Bunu anlamak için 02:23-03:04 arasında tekrarlanan riffin o son saniye itibariyle dönüştüğü yeni riffi dinlemek yeterlidir. “Nothing to Me”, albümün – sekizinci şarkısı olmasına karşın – ilk molasıdır. Bilhassa Carnival Diablos’ta sıkça duyulan AC/DC havası, aynı albümdeki “Shallow Grave” şarkısındaki melodi ve gitar riffinin birebir kopyalanması ile yeniden kazanılacaktır. Ancak şarkı, bir kez daha aynı sorundan (‘solosuzluk’tan) muzdarip olduğundan, iyi bir konser şarkısı gibi kalacaktır. “Fire Power” ise, albümdeki genel kaosu tekrar rayına sokmakla görevli şarkı olacaktır. Daha ‘standart’ bir Annihilator bestesi olduğu bir gerçek olsa da, yavaş yavaş evrildiği şarkı ciddi anlamda psikopatçadır. 02:10’dan sonra yaptıkları ile Jeff Waters bir kez daha tüm dünyaya, gelmiş geçmiş en iyi gitaristlerden biri olduğunu kanıtlamakla meşguldür. Şarkının bitiş kısmındaki tuhaf fade-out bile ‘farklı’dır işte! Ve böylesi psikopat bir albümü bitirebilecek en psikopat kapanışı “Cold Blooded” ile yapar Annihilator. Davullar gerçekten çok çok başarılıdır. Jeff Waters kayışları kopartmış, gitardan ıslık sesleri ve şişe kapağı açılış efektleri çıkartmaya başlamıştır. Şarkının ve albümün en sonunda duyulanlar ise, keman gibi efektlenmiş elektrik gitarlardır ve Paganini deliliğini anımsatması açısından takdire şayandır!
Waking the Fury, grubun Set the World on Fire’dan bu yana yaptığı en yaratıcı albümdür. Annihilator’ın en ideal kadrolarından biri kurulmuş; Jeff Waters artık tam anlamıyla ‘eski manyak günleri’ne dönmüştür. Şahsım adına hala Set the World on Fire’ı en çok sevdiğim Annihilator albümü olarak gördüğümü belirtmem gerekse de, bana göre Annihilator’ın – hala – en iyi albümü Waking the Fury’dir. Böylesi bir kaosun, böylesi bir tekniğin, böylesi bir hızın ve sertliğin yaratılması ideal bile görülemeyecekken, materyal hale gelmiştir! Artık Annihilator için gelecek çok parlaktır. Ta ki… Jeff Waters’ın egosu yeniden yükselene dek…
Pazartesi: 13.30-16.20 (352) ULU 501 – ULUSLARARASI İLİŞKİLER KURAMLARI 2023-2024 Güz Dönemi Hakan Övünç Ongur Dersin Amacı Bu ders, lisansüstü seviyesindeki öğrencileri Uluslararası İlişkiler disiplininde teori-yapımı ve temel teoriler hakkında bilgilendirmeyi amaçlamaktadır. Dönemin ilk yarısında Uluslararası İlişkiler teorilerinin ana akım yaklaşımları eleştirel bir bakış açısıyla yeniden gözden ...
Yayınlar “The Still Enlightened ‘Late-Comers’: A Comparison Between the Proto-Modernist Nationalisms of Guiseppe Mazzini and Ziya Gökalp,” Nationalities Papers , 2022. (K. Kolasi ile birlikte) “ Rereading Turkey’s Recent History Through the Lens of Rock Music: How Rock Has Lost Its Socio-Political Edge in Neoliberal Times ,” Third World Quarterly , 43(1), 2021, ss. 114-130. (T. O. Develi ile birlikte) “Performing Through Friday Khutbas: Re-Instrumentalization of Religion in the New Turkey,” Third World Quarterly , 41(3), 2020, ss. 434-452. “How Sovereign Is A Populist? The Nexus Between Populism and Political Economy of the AKP,” Turkish Studies , 21(4), 2020, ss. 578-595. (H. Zengin ile birlikte) “Türkiye’de Uluslararası İlişkiler Eğitimi ve Oryantalizm: Disipline Eleştirel Pedagojik Bir Bakış,” Uluslararası İlişkiler , 16(61), 2019. (S.E. Gürbüz ile birlikte) “Reading Agamben Backwards: Syrian Refugees, Biopolitics and Sovereignty in Turkey,” S...
Dün (7 Temmuz 2022 Perşembe günü) akşam saatlerinde bir tweet attım: “‘İnsanlardan nefret ediyorum’… Kırk yaşındayım ve son yirmi yıldır bunu artan bir şiddette söylemeye devam ediyorum. Bana katılmak istemez misiniz?” [1] Sağ olsunlar, beni takip eden, bana değer veren ve sözlerimin negatifliğinden etkilenen güzel insanlardan çok anlamlı cevaplar aldım. Eksik olmasınlar, eksik olmayın. Bu yanıtların genelinde üç konu öne çıktı; kimsenin Twitter vaktini almamak adına, buraya bir açıklama eklemek istedim. İlk olarak, evet, kırk yaşındayım:)… Miladi bin dokuz yüz seksen iki yılının Mayıs ayının ilk Cuma namazı ile birlikte dünyaya gelmişim! Geçtiğimiz günlerde kırk yaşına girdim ya da kırk yaşını bitirdim – nasıl söylemek doğruysa, bu yaşa kadar öğrenemedim. Yaşımı göstermediğimin farkındayım ama gün gelecek bu durum da değişecek, biliyorum:) Bir aralar yaş mevzusuna takılıyordum cidden ama uzunca bir süredir, zamanı durdurmak gibi ekstra bir yüke ihtiyacım olmadığını anladım. Yolun yarı...
Comments
Post a Comment